Osman İnci Müzesi yeni sezona Ermeni, Rum ve Yabancı Ressamların Fırçalarıyla “İstanbul” Resim Sergisi ile başlıyor. 19. ve 20. yy ait eserlerin sergileneceği sergiye tüm sanat severler davetlidir.
Sergi Tarihi: 14~30 Eylül 2019
Küratör: Bekir AYBEY
Sergi Açılışı Tarihi: 14 Eylül 2019 Cumartesi
Sergi Açılış Saati: 16.00
Dinleti
Gizem Başak TATLICI (Keman)
Bilge Su KARACA ( Piyano)
Ermeni, Rum ve Yabancı Ressamların Fırçalarıyla “İstanbul” Resim Sergisi
Kentler, tarihsel süreçte içinde yaşayan insan ve toplumların kültürel, sanatsal ve tarihsel özelliklerinin birikimi ile gelişir ve değişirler. Kentlerin geçmişten günümüze geçirdiği gelişim ve değişimleri (kentsel bellek) belgelemek önemli olup; burada görsel belgeleme çalışmaları ön plana çıkmaktadır. Bu anlamda “resim sanatı” kentsel bellek çalışmalarının yürütülmesinde önemli yere sahiptir. Bu resimler görsel bellek için sanatsal değerin yanı sıra belge niteliği taşımaktadır.
Dünya’da eski iki kıtaya yayılan ve tarihi geçmişiyle Roma, Doğu Roma, Latin İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu gibi çok zengin uygarlıklara ev sahipliği yapan İstanbul, kentsel bellek açısından önemli bir şehirdir. Doğal, tarihi ve mimari özellikleri açısından İstanbul’un gelişimini izleyebileceğimiz ve görsel kültürel belleğin oluşumunu sağlayan araçlar arasında resim sanatına ilişkin minyatür, gravür, sulu boya ve yağlı boya tablo tekniklerinde yapılmış çalışmalar önemli bir yer tutmaktadır.
Osmanlı resim sanatı içinde kent tasvirlerinin ilk örneklerine 16. yy.da hazırlanmış minyatürlü el yazmalarında rastlanmaktadır (Piri Reis’in Kitab-ı Bahriyye’sinde İstanbul betimlemeleri -1521) . Minyatür sanatının 16. yüzyılda doruk noktasına çıkmasına rağmen ışık-renk tonlamaları ve perspektif-derinlikten yoksunluğu nedeniyle, 19. yüzyıla kadar resim sanatının tam anlamıyla icra edilebildiğinden söz edilemez. 18. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı resim sanatında “Duvar Resimleri” olarak adlandırılan yeni bir tarz ortaya çıkar. İstanbul’da Topkapı Sarayı ve bazı konaklarda bulunan duvar resimlerinin Pera’da atölyeleri bulunan elçilik ressamlarıyla ve hatta III. Selim döneminde yapılmış olanlarının, aynı zamanda bir tuval ressamı olan Rum kökenli Konstantin Kapıdağlı’ya ait olabileceği düşünülmektedir.
Lale Devri’nden başlayarak 18. ve 19.yüzyıl boyunca, Osmanlı başkentinde elçilerin ve elçiliklerin sayısı artmıştır; bu gelişme sanat adına yeni oluşumları da beraberinde getirmiştir. Elçilerin yanında İstanbul’a gelen ressamlar saraya tanıtılmıştır. Yine Osmanlı Devleti’ni ziyaret eden “Oryantalist Gezgin” ve “Boğaziçi Ressamları” İstanbul’u betimleyen çalışmaları önemli görsel kaynakları oluşturmuş ve gerçek anlamda Türk resim sanatının gelişmesine ivme kazandırmıştır. Bu Oryantalist ve Boğaziçi ressamlarından bazıları: Jean-Baptiste Van Mour, Antoine de Favray, İvan Ayvazovski, Félix Ziem, Giovanni Jean Brindesi, Salvatore Valeri, Leonardo de Mango, Thomas Allom, Luigi Acquarone, Rudolf Ernst, Fausto Zonaro, Alberto Pasini, Germain Fabius Brest, Ippolito Caffi, H. D. Salomon Corrodi, J. Baptiste Hilaire’ dir.
Örneğin, bu topraklarda en uzun süre kalmış ve burada vefat etmiş olan ressam Jean-Baptiste Van Mour (1671-1737), İstanbul’a geldiği 1699 senesi, Osmanlı Devleti’nin Batı’ya açılış sürecinde bir dönüm noktasıdır. Bu dönem içerisinde Van Mour’un yapmış olduğu resimler bir sanat eserinden ziyade, Avrupalılar için bir belge niteliği taşımaktaydı. Van Mour, III. Ahmed’in (1703-1730) saray ve elçi törenleri, İstanbul görünümleri, portreler, Patrona Halil İsyanı gibi siyasi ve toplumsal olaylar ve gündelik yaşam sahneleri resmetmiştir. Van Mour’un yaptığı eserlerle Osmanlı Devleti’nde yaşayan birçok sanatçıyı etkilediği söylenebilir. Etkilediği isimlerden Ermeni asıllı Rafael (Refail) Manas ve Rum asıllı Konstantin (Konstantin Kizikinos) gibi ustalar da betimleme tarzlarını Avrupa geleneğine yaklaştırarak Osmanlı kitap resimlerinin geleneksel kimliğinden sıyrılarak, tuval üzerine yağlı boya tekniğine geçişe katkıda bulunmuşlardır (1789-1807). Yine bu dönemlerde Ermeni asıllı Ohannes Devletyan ve Kozmaz Komitas Kömürcüyan’ın da adları geçmektedir.
Portre sanatına önem veren bir padişah olan II. Mahmud (1808-1839), Alman asıllı Fransız ressam Heinrich Schlesinger’e anıtsal portrelerini yaptırmıştır. Ermeni asıllı ressam Rupen Manas’a Fildişi üzerine genellikle yağlı boya ile boyanmış ufak boyutlu portreler ve devlet dairelerine dağıtmak üzere portrelerini hazırlatmış ve eğitimi için Paris e gönderilmesi sağlanmıştır. Yine İstanbul’u ziyaret edip resmeden ressamlardan biri olan Jean Baptiste Hilaire (1753- 1822) ’nin “Antik Eserlerin Yüklenmesi” adlı eserini, Ertuğrul Günay, Kültür Bakanlığı sırasında “Elçiler ve Ressamlar Sergisi” ni ziyareti sırasında görmüş ve resmin belge niteliği taşıdığını belirtip suç duyurusunda bulunmuştur. Dolayısıyla Hilaire’in bu resmi toplumsal bellek açısından büyük önem taşımaktadır.
İstanbul’u 1845 (Abdulmecit dönemi),1857-1874 (Abdulaziz dönemi) ve 1890 (II. Abdulhamit dönemi) yıllarında ziyaret eden ünlü Ermeni asıllı Rus deniz ressamı İvan Ayvazovski (Hovhannes Ayvazyan, 1817-1900), Dolmabahçe Sarayı için resimler yapmıştır ve özellikle bu dönemde onun sanat görüşlerinden faydalanan ve romantik manzaraları ile ünlenen Mıgirdiç Civanyan gibi birçok ressam yetişmiştir. 1874 yılında İstanbul a gelen Fransız Guillemet, bir resim atölyesi (Resim ve Desen Akademisi) kurmuş ve bu atölyeden Migirdiç Civanyan ve Serkis Diranyan gibi ressamlar yetişmiştir.
1795 yılında, eğitime başlayan ve daha çok askeri amaçlarla resim teknikleri öğretilen bir okul olan Mühendishane-i Berri Humayun ile başlayan ve daha sonra diğer askeri okullarda da (Tıbbiye/1827, Harbiye/1834) verilen resim dersleri ile yetişen Ferik İbrahim Paşa(1815-1891), Ferik Tevfik Paşa(1819-1966) ve Hüsnü Yusuf (1817-1861) gibi “Asker Ressamlar’’ da yurt dışına eğitim amacıyla daha önceden gönderilmişlerdir ve batılı anlamda resim sanatını ilk uygulayan ressamlar olmuşlardır. Asker Ressamlar’ın eserlerinde tarzları net oturmamış ve hemen hemen tamamı peyzaj ağırlıklı çalışmışlardır. Türk resim sanatında önemli bir dönüm noktası ise 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılması ve başına yurtdışında resim eğitimi almış Osman Hamdi’ nin getirilmesi olmuştur. Resim, heykel ve mimarlık adı altında 3 ayrı dalda 20 öğrenci ile eğitime başlayan okulda eğitim, Levanten ve Gayrimüslim Osmanlı ve Avrupalı eğitmenler tarafından sürdürülmüştür. Batılı anlamda sanat eğitimi veren ilk kurum olan okulun mimarı Alexandre Vallaury’dir. Desen dersini Polonyalı Warnia Zarzecki, yağlı boya dersini İtalyan Salvatore Valeri, heykel dersini Ermeni kökenli Yervant Osgan, mimari dersini ise Alexandre Vallaury ve Pietro Bello vermiştir. Akademik nitelikte Türk ressamların bulunmaması nedeniyle okulda daha çok yabancı ve gayrimüslim sanatçılar ders vermiştir. Türk resim sanatında önemli bir yere sahip olan 1914 kuşağı sanatçılarının çoğu bu kurumdan mezun olup, yurt dışında eğitimlerini tamamladıktan sonra tekrar yurda dönüp Cumhuriyet dönemi Türk resim tarihine damga vurmuşlardır.
Sonuç olarak bu sergi ile tüm ulusların daima imrendikleri ve sahip olmak istedikleri, Asya ve Avrupa’nın incisi İstanbul ‘u, tablolarında resmederek, kentsel belleğin korunmasına ve Türk resim tarihinin gelişmesine, Ermeni, Rum ve Yabancı ressamların katkıları, bir kez daha vurgulanmak istenmiştir. Bu seçkinin oluşmasına katkı sağlayan ve eser veren, başta değerli dostum Atılgan Bayar olmak üzere, değerli sanatseverlere teşekkür ederim.
BEKİR AYBEY